Çiçeği burnunda üniversite mezunu iki genç… Yeni bulmuşlar işlerini. Kazandıkları sadece masraflarına yetiyor. İkisi de gururlu, ikisi de anne babalarından destek istemiyor. Kendi ayakları üzerinde durma çabasında. İlk evlilik yıl dönümleri yaklaşıyor. Tam 1 hafta var. İş dönüşü yorgun argın ayak tabanları şiş, uzanıyorlar yatakta. Sımsıkı sarılmışlar. Göğsünde yatarken sevdiğinin, yüzüne bir damla göz yaşı düşüyor…
Şaşırıyor, başını çevirip bakıyor yüzüne sevdiğinin…
– Haftaya evlilik yıl dönümümüz… Ve Ben sana Hiç bir şey alamayacağım…
Oğlanın gözyaşlarını öpüyor kız… Sonra kirpiklerini… Sonra yüzünü seviyor… Öylesine aşık ki ona…
-‘Olsun’ diyor. ‘Hediyem sensin…
Sonra kulağını kalbine koyup, ekliyor:
‘Ve şu atan kalbin’
İnsan ruh eşini dünyanın diğer ucuna gitse de buluyor. Onunla atıyor kalbi. Hep hayat boyu onu bekliyor. Geleceği günün hayaliyle yaşıyor. Hayatlar boyu seviyorlar birbirlerini. Her hayatta ayrılmak zorunda kalıyorlar. Ya ölüm yapışıyor yakalarına, ya savaşlar, ya hükümetler, ya aileler ayırıyor onları.
Bir türlü kavuşamıyorlar…
Ama yine de seviyorlar…
Yine de bekliyorlar…
Yine de kalpleri birlikte atıyor, binlerce kilometre öteden bile.
Rusya’nın Sovyetler Birliği yıkılıyor başına delikanlının. Kimliği alınıyor elinden. Bir gecede hayatı değişiyor. Özgürce koşturduğu sokaklarına tanklar giriyor…
Okumaya, hayata yeniden tutunmaya çıkıyor ülkesinden, 16 yaşında İngiltere’ye güneş batmayan ülkeye gidiyor.
Kız… Pek bilmiyor aslında kim olduğunu. Dünyaya ait hissetmiyor kendini. Ama aşık yine de şehrine. İzmir’ine.
Belki ülkesi yıkılmıyor ama ailesi çöküyor. Onun da dünyası yıkılıyor. Hiç çıkmak istemiyor şehrinden. Ama onu da bir güç çağırıyor güneş batmayan ülkeye. Mecburen gidiyor.
Dünyanın bir ucunda da olsa çekilir birbirine ruh eşleri.
Söz veriyorlar her hayatta…
‘Her nerede olursan ol, bulacağım seni…’
Luton hava alanında göz göze geliyorlar ilk. Oğlan kıza elini uzatıyor.
‘Tanıyorum ben bu ruhu’ diyor kız. Kalbi ritm atlıyor. Nefesi hızlanıyor. Gözleri doluyor …
Anlamlandıramıyor…
Derin uykudayken tüm bunları rüyasında görüyor kız …
Sonra bir ses duyuyor kulaklarında … bir melodi akıyor ruhuna…
Türkçesi bozuk belki ama olsun …yumuşacık bir ses… Ruhuna akıyor ….
‘Tanırım kendimi
Hiddetim taşar benim
Dalga dalga,
Hırçın hırçın
Tokat gibi vurur sözlerim
Yıpratır bedenini
Bilirim seni
Hüzün etrafı sarmışken
Sessiz kalırsın belli belirsiz
Ben bilirim seni
Acı bir tebessüm
Belli belirsiz bir tebessüm’
Kız gözyaşlarıyla gözlerini açıyor. Karşısında tek kelime Türkçe bilmeyen sevgilisi… Hayatında gördüğü en güzel varlık….
Ve o da başlıyor mırıldanmaya:
‘Hayranım sana
Sabrına
Sakince karşımda durup
Meydan okuyan o tavrına
Varlığına
Korkmuyorum
Ruhumdaki fırtınada boğulmaktan
Karanlıkta yollarımı kaybetmekten
Biliyorum kurtarırsın beni sen
Işığım, deniz fenerim’
Kızla oğlanın şarkısı bu. Oğlan 1 hafta boyunca ayakta gittiği tren yolculuğunda sabah akşam dinliyor bu şarkıyı. Gizli gizli ezberliyor sözlerini…
Ve ilk evlilik yıl dönümünde …
Hediyesiz bırakmıyor sevdiğini…
Ruh eşi gelir bulur sizi… Başka bir kıtada da olsanız bulur.
Hisseder sizi. Kalbi sizinle atar …
Koşulsuz sever sizi… Siz ona ‘git’ deseniz de, size ‘git’ dese de sever sizi…
Ruh eşi herkesten iyi tanır sizi. Sizi kendinizden de iyi tanır.
Ruh eşi kalbinizin diğer yarısıdır. Her şeyden ötedir… Başka gezegenlerde bile yaşasanız telepatik anlaşır sizinle.
Ruh eşi yoktan var edendir. Olmayanı oldurandır. Kimse inanamasa size, size inanandır.
Sizden her ne olursa olsun, asla vazgeçmeyendir…
Ama sırf siz mutlu olun diye, bazen sizden vazgeçebilendir….
Ruh eşi ya da değil… Takılmam jargonlara…
Size hayatı cennet kılanı bekleyin… Geleceğini bilerek bekleyin. Güvenle…..
Gelecektir…
Sizi bulacaktır …
Belki bu hayatta…
Belki bir sonrasında…
Siz O’nun için kendinizi sevmeye devam edin…
Çünkü, biliyor musunuz?
Korkmuyor
Ruhundaki fırtınada boğulmaktan
Karanlıkta yollarını kaybetmekten
Biliyor….
Sonsuz Sevgi ve Şükranlarımla 👼
Pınar Gogulan