Hep bir bahane bulmuş. Demiş ki ‘biraz daha bileyim, biraz daha öğreneyim’. Yadsımış, görmezden gelmiş ne kıymetli ve kutsal bilgilerle ödüllendirildiğini.
Sonra bir gün, evren bıçak gibi kesmiş tüm gelir kanallarını. Eri, erkeği getiremez olmuş okyanustan balık.
Ônce paniklemişler. Tek endişeleri çocukları…
Evlatlarını kucaklamış. Eriyle göz göze gelmiş. Gözleri dolu dolu dua istemiş…
Binmiş eşeğine, çıkmış yola. Irak köyler güneşle karşılamış onu. Şaşırmış. Soğuktu buralar diye düşünmüş. Sonra köyün ağası karşılamış sınırda, kucaklamış, mertçe, kardeşçe… Ocağını açmış… Köy halkı dolmuş ağanın evinin kapısına, biri gitmiş biri gelmiş. Her ayrılan şükranla sarılmış şifacıya. Sadece akçe vermekle kalmamışlar, en özel süslemelerden hediye etmişler ona… Evlerine buyur etmişler.
Şifacı bir türlü anlam verememiş. Ne değişti demiş burada … Sonra az biraz düşününce anlamış ki değişen ne köy ne de halkı… Değişen sadece kendisi…
40 gün 40 gece Şifacı oradan oraya savrulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Her gittiği köyde onu sevgi, hürmet, şevkat ve dostluk karşılamış. Çocuğundan, yetişkinine büyük küçük herkese şifa dağıtmış, Yaradanın şifa gücüne kanallık etmiş. Her dokunduğu ruhla, her sardığı yarayla kendisi de sifalanmış. Özünü hatırlamış. Yoluna çıkan her ruhtan bir şey öğrenmiş. Başka köylerde ne büyük bilgeler, bilgelikler varmış, anlamış.
Ama en ruhuna dokunanı …
Şifacı korkusuyla yüzleşmiş… Basta titredikleri sonra doğası olmuş. Onun için en doğal olanı bastırdığı saklı çekmecelerden çıkarmış ve giymiş artık o önlüğü…
Evine, köyüne koşa koşa dönmüş şifacı. Elinde pırıl pırıl parlayan balıklar. Yüreğinden taşan fışkıran sevgi. Aklına, kalbine düşen yeni dostlar, her köyde yeni ahbaplar… Ah hele o yeni öğrendikleri, her bir ruhtan aldığı dersler, bilgelikler…
Erine sarılmış şifacı özlemle. Buğday alabiliriz, tarlayı sürebiliriz artık demiş. Ne duysa beğenirsiniz… ‘Ayaz vakti’ demiş, ağımıza tonla balık düştü, hepsini konu komşuya sattım, tarlayı çoktan sürdüm…
Şifacı şaşırmış çok. Nasıl olur demiş … Peki ben neden gittim?
Bilge öğretmeninin yanına düşmüş ve sormuş ona… Neden demiş? Ben neden gönderildim?
Başlamış Bilge ruh anlatmaya …
‘İlahi Hak, bazen senden alıyor gibi gösterir, halbuki veriyordur. Bazen cezalandırır gibi gösterir, bil ki ceza sandığın büyük Ödüldür! Sana Hak yaratma gücünü, şifa gücünü verdi, el verdi, ama sen aldığını paylaşmadın, dengen şaştı. Insanlık bazen yoldan şaşar, Hak O’nu az biraz öteler ve yoluna geri sokar. Senden kaynağı kesmeseydi, sen daha mağarandan çıkamazdın. Sana yokluk vermeseydi, kanaati ogrenemezdin. Simdi bolluk verdi, şükretmeyi bil ve sana verileni paylaş… Özünü mü unuttun, nerede unuttuysan hatırlaman için seni o köye geri gönderdi. O köyden zamanında aldıklarını, veresin diye gönderdi. Karma karma diye evham ettigin sey dengelensin diye gönderdi!’
Şifacı dinlerken ağlamış … Ağladıkca ilahi sevgi kalbine akmış … Susmuş … Sadece Hak’ka şükür duasına yatmış …
Belli mi olur? Belki gelir bir gun sizin kapınızı da çalar gezici sifaci.
Sevgi ve şükranlarımla,
Pınar Gogulan