Doktorları oldum olası sevmemişimdir. Çocukluğumda çok hastalanırdım; özellikle boğaz enfeksiyonundan ateşimin 40’lara çıktığı dönemlerde “sevgili” doktorum tek çareyi 20 tane Lincosin iğne reçetesini babamın eline tutuşturmakta bulurmuş. Öyle bir travma yarattılarki bende, iğneci kapıyı çaldımı masa, yatak, dolap alt ve üstlerine, erişilemeyecek en dip köşelere saklanır, 5 dakikada vurulabilecek iğnenin ancak 2 saatin sonunda feryat figan yapılmasına sebep olurdum. Nasıl iğneyse, 15 yaşımda bağışıklık sistemimi çöktürmüş, hiç bir ilaç bana mısın dememeye başlamıştı.
Anlayacağınız Şimdiki Hayat Regresyonu yapmaya lüzum yok, çocuklukta doktorlarla ilgili feci travmam var… 3 sene terapistlik okumadan da siz bu teşhisi koyabilirsiniz…
Bir de dikkatimi ceken bir nokta daha var; doktorlar niyeyse tanıştığınızda, elinizi sıkarken hep “Merhaba, Ben Dr. Bilmemkim” diye böbürlenir, kabardıkça kabarırlar… Bu bende hep masa altına gizlenme hissi yaratmıştır.
Bu tarz bazı geçmiş travmalarınızı tek bir kişi bile şifalandırabiliyormuş. Nasıl mı?..
Çok değil, beş altı ay önce bir Adamla tanıştım… Kendisiyle tanışmam şöyle oldu… Başka bir yazı konusu olan mucize Yoga Öğretmenimin kocasıdır bu Adam… Yoga dersleri için evine giriyor, çıkıyor ve hep O’nunla denk geliyorduk… Hep kibarca başını eğiyor, dersimizi bölmemek için hemen ortadan kayboluyordu… Yüz yüze geldiğim ilk gün, nazikçe elini uzatıp “Hoşgeldiniz, Ben Murat” dedi. O kadar yumuşak, o kadar sevgi dolu bir merhabaydı ki… İçimden öğretmenimle ne güzel bulmuşlar birbirlerini dedim…
Aylarca gördüm bu adamı, hep aynı nezaketle selamladı beni. Aylarca bilmedim ne iş yapar, nerede çalışır… Bir gün dayanamadım, sordum Öğretmenim’e… O da basitce ‘Doktor.’ diye cevapladı. Yauw, ne doktoru arkadaş? Birazcık anlataydınız diye geçirdim içimden ama sormaya utandım. Bu iki güzel insanın evine girip çıkmaya, mevcut bütün Ashtanga Yoga Asanalarını çatılarının altında yapmaya, Yoga Çay sohbetlerine katılmaya devam ettim. Ta ki bir gün kocalarımız tanışıncaya kadar… Merakli kocam heyecanla eve gelip “Karıcım, biliyor musun Murat Karaciğer Uzmanıymış, Cerrahmış, Ege Üniversitesi’nden Kent Hastahanesine geçmiş… Mucize gibi bir adammış… Bi hikayeler anlattı, inanamazsın! ” dediğinde, bendeki tepkiyi tahmin edersiniz…
Haaa??? Ne? Kim?
“Doç. Dr. Murat Zeytunlu, Kent Hastahanesi, Genel Cerrahi-Karaciğer, Pankreas ve Safra Yolları Cerrahisi ve Karaciğer Transplantasyon Uzmanı’
Bu hikaye Özel bir Adamın, en az O’nun kadar Özel Ekibinin ve çok şanslı 3 yaşındaki bir bebeğin hikayesi…
Dr. Murat bir kaç hafta önce uçakla güzel karısı ve dünya tatlısı oğluyla İstanbul’a gider. Anne baba oğullarını Akvaryuma götüreceklerine söz vermişlerdir ve sözlerini tutmanın heyecanı içinde taksiyle Atatürk havaalanından Akvaryuma doğru yola çıkarlar. Akvaryuma yaklaşmaya 5 dakika kala Murat’a bir telefon gelir…
“Acil durum, 3 yaşında bir çocuğa, enfeksiyon sebebiyle pediatri doktoru antibiyotik vermiş. Ve malesef verilen Antibiyotik yavrucağın Karaciğerini çökertmiş. Acil transplant gerekli… Yoksa çocuğu kaybedeceğiz…”
Akvaryumdan U dönüşüyle havaalanına dönen aile, telaşla telefona sarılır. Bir sonraki uçağın kalkmasına yarım saat vardır ve uçağı yakalamaları mümkün değildir. Havayolu firması ‘Pegasus’… Anne olan, yüreği sevgi dolu arkadaşım, Pegasus’daki operatöre yalvarır, ‘Bir cocuk var, ölmek üzere, zamanımız yok, uçağı bekletin! Sizin çocuğunuz var mı? O cocuk sizin çocuğunuz da olabilirdi! Uçağı bekletin!’….
……..
Uçak ve tüm yolcuları Dr. Murat’i bekler….
Bir can kurtulur! Murat, Dr. Murat, tüm ekibi, doktorundan hemşiresine, Dr. Murat ‘ın karısından, Pegasus Operatörüne, Pilotuna, yolcusuna, Taksi şoförüne… Bir çocuğu kurtarırlar!
Bu bir mucizenin hikayesidir! Beni hala yazarken hüngür hüngür ağlatan bir hikayedir…
Dr. Murat mı? O’na ‘Gülin, bir çocuktan bahsetti, kurtulmuş, kurtarmışsınız… ‘ diye heyecanla sorduğumda… ” Kim, ne zaman? Öyle mi olmuş” diyecek kadar hala mütevazı ve hala mucizeler yaratan bir doktordur.
Hepimize mütevazi bilge günler dilerim…
Sevgiyle…