Tags
ölüm, ölüm travması, bilincalti, EARTH, içsel çocuk şifası, ibrt, inner child, kaybetme korkusu, Pinar Gogulan, recall healing, Regresyon, simdiki hayat regresyonu, terapi, trans, younity
Küçük Bir Çocuğun Sessiz Gözyaşları …
Aylardır ülkemizin içinde bulunduğu bu karanlık günlerde her güne ‘seanslarım bütünün hayrına olsun’ niyetiyle başlıyorum. Danışanlarımın da belki gizli belki aleni, belki bilinçli, belki de bilinçsizce aynı niyetle geldiği şüphesiz…
Seanslarında keşvedilen travmalar, o travmalara çalışmak, dönüştürülen bilinçaltı hasarları, ekilen sağlıklı ve umut dolu tohumlar inanıyorum ki kelebek etkisiyle kozmik bilinçte de bazı hasarları onarıyor.
Ben yazarken hep seansa gelemeyenler okusun ve benzer travmaları yaşamış olanlar sadece okuyarak da şifa bulsun, ruhlarında acıyan, gücenik veya öfkeli katmanlara sular serpilsin niyetiyle yazıyorum…
Bugün size küçük bir kız çocuğunun hikayesini anlatacağım. 30’lu yaşlarında bu kız… Su gibi… Öyle güzel ki… Biraz titrek, biraz şüpheli girdi seans kapımdan… Ben kimselere kendimi anlatamam diye başladı söze… Nasıl hissettiğimi, neler yaşadığımı… Niye geldim de pek emin değilim…
Bir damla düştü gözünden…
Şaşırdı…
‘Bu normal mi?’ diye sordu…
‘Ben ağlamam kimselerin yanında…’
‘İşin raconu bu!’ diye cevap verdim gülümseyerek…
Kaybetme korkusuydu şikayeti… Bir de başladığı hiçbir işi bitiremiyor, yarım bırakıyor, ama bundan ötürü de büyük suçluluk duyuyordu…
Tam 14 aylıktı babası vefat ettiğinde…
Nasıldı o süreç diye sordum…
‘Hatırlamıyorum, bebektim, onu hiç hatırlamıyorum. O süreçte neler oldu, nasıl oldu, hiç bilmiyorum’ diye yanıtladı…
Gülümsedim…
Anladı…
Bastırmış olabilir miyim? diye sordu…
Sizce? diye baktım gözlerinin içine
Bir damla daha göz yaşı düştü…
Haydi dedim… Bugün o küçük kıza ses verelim…
Terapi yatağına uzandı, bir kaç dakika içinde transa kolayca geçmişti…
……………………………….
Su: Legodan evlerin çitleri gibi kenarında çiçekleri olan bir bahçenin içindeyim. Köşede, bahçenin ucunda bir kız çocuğu var…
Pınar: Kaç yaşlarında?
Su: En fazla 3
Pınar: Yaklaş yanına. Bak bakalım kime benziyor…
S: Benim o. 3 yaşındaki halim. Bir fotoğraf var… Silik… O fotoğraftaki halim…
P: Yaklaş yanına…. Görsün seni… Nasıl tepki verdi?
S: Tanıyor gibi baktı… Sanki beni bekliyordu…
P: Nasıl olduğunu sorabilirsin…
……………..
Ne cevap verdi?
S: (Hıçkırarak) Gücenik… ‘Kırgınım’ dedi…
P: Diz çök… Onunla aynı boya gel… Gözlerine bak… Ve de ki…
Bugüne kadar hissetmene izin vermedim… Hep susturdum seni… Ama artık her şeyi anlatabilirsin…
Hatta bundan sonra hep o anlatsın… O konuşsun benimle…
Soralım bakalım niye kızmış, kime gücenmiş…
S: (3 yaşında kırılgan, ağlamaklı, titrek bir sesle) Olanlara kızgınım… Allah Babaya kızgınım…
Neden benim babam?
Neden ben?
Neden babamı benden aldı?
Neden diğer çocukların babası var?
Hayatım bambaşka olabilirdi…
………..
Akşam üstlerini hiç sevmiyorum. O saatlerde sokağa çıkmayı hiç sevmiyorum. Herkesin babası eve dönüyor. Ben o saatlerde evde oluyorum, bebeklerimle oynuyorum sessizce…Sanki hiç üzülmüyormuş gibi yapıyorum…
P: Peki nasıl hissediyorsun o an?
S: Çok kızgınım… Benim babam niye gelemiyor… Aklımdan hep aynı sorular geçiyor… Acaba canı yandı mı ölürken? Korktu mu?
P: Peki en kötüsü neydi?
………………………………………….
S: Okulun ilk günleri….
P: Yanında baban olamadığı için mi?
S: Hayır! Her yeni öğretmen aynı soruyu soruyor bütün çocuklara tek tek… Anneniz babanız kim? Ne iş yapıyor? Ne kadar saçma! Niye soruyorlar? Hepsi aynı şeyi soruyor…Sıra bana gelmesin diye dua ediyorum… Ama sıra her seferinde bana geliyor…
(Bağırarak) Niye, niye her seferinde herkesin önünde babam öldü demek zorundayım???
………………………….
O küçük kız dakikalarca hıçkırararak ağladı… O yaşlarda soramadığı her şeyi sordu, söyleyemediği her şeyi söyledi…
Sonra bir anda sakinleşti… Sihirli bir dokunuş hissetti yanı başında… Babasını gördü… O legodan çitleri olan yemyeşil bahçeye babası gelmişti… Aslında hep oradaydı…
O noktadan sonra bana sadece izlemek kaldı… Babasına sarıldı sımsıkı… Kokusunu duydu… Kalben bağlandı… Kanallık etti ona…
S: En son bizi düşünmüş…. Son ana kadar bizi düşünmüş. Böyle olsun istememiş. Hiç bırakmak istememiş…
Başımı kollarına gömdüm Pınar Hn… Kollarında sanki kayboldum… öylece duruyoruz…
Sonra babası konuşmaya devam etti… 3 yaşındaki kızının sorduğu her soruya tane tane cevap verdi…
‘Aslında hep oradaymış. Okula başlayış günümü gösteriyor. Hemen yanımda duruyor. Bana güç veriyor… Destek olmuş aslında… Bana başka bir anı gösteriyor şu an… Yıllar önce… Çok küçüğüm… Annemin odasında… Gizlice girerdim… Babamın parfümü dolapta dururdu… Kimse görmeden koklardım… Yanımda duruyor yine. Ben burdayım diyor. Hissettirmeye çalışmış…
S: Sensiz eksiğim…Sensiz hiç bir şeyi tamamlamak, bitirmek istemiyorum… Çünkü sen hiç bir şeyi görmüyorsun bilmiyorsun…
……………..
P: Ne cevap verdi?
S: Cevap gelmedi… Ama bir apartman var… Bir ev… Annem kapıyı kapatıyor… Annem kendisini odaya kapatıyor… Çok ağlıyor annem… Annem çok ağlıyor… Ben bebeğim…14 aylık… Babamın haberi gelmiş… Ablama bakıyorum… Annem çok ağlıyor… Korkuyorum… Annem çok ağlıyor… Benim yüzümden mi?
Babam orada… Bak ben her şeyi gördüm. Her şeyi biliyorum diyor. Senin suçun değildi!
Şimdi hepimiz kucağındayız… Ben, 3 yaşındaki ben, 14 aylık ben, ablam da burada… Hepimize sarılıyor… Üzerimize mavi ışıklar akıyor sanki… Renkler soluktu… Şimde berraklaşıyor… Netleşiyor… Aydınlanıyor… 14 aylık ben ortaya geçti, sevimlilikler yapıyor… Yüzü gülüyor…
P: Peki 3 yaşındaki Su nasıl?
S: Daha sakin ama bir şey var hala… Acı çekti mi ölürken? Korktu mu? Hep aynı soruyu sordum yıllarca….
P: O halde şimdi kendisine sor…
S: Acı çektin mi ölürken?
Dedi ki… ‘ Neden hep kötü şeyler düşündün?Hep en kötü senaryoyu düşündün… Hiç acı çekmedim. Son ana kadar düşmeyecek diye düşündüm uçak… Son ana kadar sizi düşündüm… O yüzden hiç acı çekmedim…
P: Peki tamamen geçmiş mi ışığa?
S: Geçmiş. Tamamen ışıktaymış… Ama hep takip ediyor bizi… Özellikle zor anlarda… Öğretmen gibi sanki…
P: Gülümsedim. Rehberin mi olmuş sor bakalım?
S: (Şaşkın) Eveeeet… Torunlarını da görüyormuş… Onların da rehberleriymiş…
Çok mutlu bir yaşam yaşamış. Annemi çok sevmiş.
P: Madem rehberin olmuş… O halde sana planı anlatsın… Bunu yaşama sebebinizi hatırlatsın…
S: Bunu yaşamamız gerekiyormuş. Çok zordu biliyorum diyor. Ama elinizden geleni yaptınız ve başardınız diyor..
P: Neymiş başarmanız planlanan?
S: Ayakta kalmak… Dağılmamak… Güçlenmek…
Hepsini başardınız! Güçlendiniz. Dağılmadınız. Her şey daha kötü olabilirdi. Kurban gibi yaşayabilir, hayattan vazgeçebilirdiniz. Ama siz hayata tutundunuz. Birbirinize tutundunuz… Bak 2 tane pırlantan var! (Çocukları) Çocukları ve seni çok seviyorum diyor… Hepinizi çok seviyorum diyor…
Sadece bir şeyi anla!
‘Bir bedene ihtiyacım yok! Sizlerle olmak, sevgimi akıtmak, sizi hissetmek, varlığımı hissettirmek için bir bedene ihtiyacım yok!’
P: Neymiş sizlerle ilgili hayali?
S: Mutluluk. Mutlu olun diyor… Her an gülümseyin… Kahkahalar atın… Çok sevin… Çok sevilin… Oğlun seni benim sevdiğim gibi seviyor… Ona her sarıldığında bana sarılıyormuş gibi hisset… Onun içi ışık dolu… Güvende olduğunuzu ve korunduğunuzu bilin…
………………………………………..
Su Hanım transtan çıktığında gözlerinin içi parlıyordu… Kendisine gelmesi ve içselleştirmesi, soruları varsa sorması için biraz daha kaldı benimle… ‘Ben çocukluğumda anlattığım her şeyi unutmuştum, silmişti beynim hepsini’ diye baktı sorgulayan gözlerle…
Acılarla başa çıkmak için bizi acıtan, üzen, hatırlamak istemedğimiz şeyleri silmeye çalışırız… Gömeriz bilinçaltımızın derinliklerine… Bitti deriz… Olmadı deriz… Görmezden geliriz zaman zaman uyanmak isteyen devi… Ama oradadır işte… Gitmemiştir hiç bir yere… Görülmek ister… Elinden tutulsun ister… Kulak verilsin ister…Biz ne kadar kaçarsak kaçalım… Peşimizi bırakmaz… Ruhun çırpınış ve çığlıklarını duymazdan gelirsek, ifade edemediğimiz tüm duygular bedenimizde hastalık olarak tezahür eder bir süre sonra…
İçimizdeki çocuğu bastırıyor muyuz zaman zaman? Dışarı çıkıp oynamasına engel oluyor muyuz? İncinmesin, kırılmasın diye kalkanlar mı örüyoruz etrafımıza? Yanımıza kimseleri çok yaklaştırmıyor, kuyruğu yüksek mi tutmaya çabalıyoruz? Ya görürlerse zaaflarımızı, yaralarımızı, güçsüzlüklerimizi, gölgelerimizi, sırlarımızı? Bitap mı düşüyoruz bir süre sonra o çocuğu bastırmaya, saklamaya, susturmaya çalışmaktan? Uykularımız mı kaçıyor?
Yüzleşmek özgürleştirir sizi… O çocuğa sarılmanın tadı ve şifası yoktur başka hiç bir kucakta… O çocukla yüzleşmeden, kucaklaşmadan büyüyemezsiniz kolay kolay…Ayak sürer, takılırsınız çakıllara…
Çok uzaklarda değil… Hemen içinizdeki o yaralı çocuğa sarılın sımsıkı… Bakın bakalım neye ihtiyacı var…
Hatırlayın… ‘Hissetmek için varlığını, sevgisini… bir bedene ihtiyaç yok…’
Sevgi ve şükranlarımla
Pınar Gogulan