Tags

, , , , , , , ,

Asırlarca ‘Kadere’ inandık. ‘Ayıp! Günah! Sus, çarpılırsın! Ne yapalım, yazımız buymuş! Allah cezalandırır, çarpar, cehennemde yanarsın!’ cümleleriyle büyütüldük, korkutulduk. Biz bu cümleleri kim bilir kaç asır duyduk.

Sevgili Burak Özdemir’in dediği gibi Tanrı’nın imajıni çizdik. O’ndan korktuk. Korkutulduk. Korkuttuk. Bununla da kalmadık, Tanrı’nın yarattığı ‘Kul’u başımıza Kral yaptık, Padişah yaptık, insanı Tanrı’laştırdık. Hepimiz O’nun kulları olduk. Öl dese öldük, as dese astık, kes dese kestik. Asırlardır Kurban ve Celladı filmini tekrar tekrar çektik ve baş rollerini de alnımızın akıyla oynadık.

Bakınız memleketime…

Sahne aynı

Dekor aynı

Oyuncular aynı

Senaryo aynı

Hala en gözde performansımızı sunuyoruz.

Hala Kurbanız. Koyun gibi güdülmeyi bekliyoruz.

Tanrı’laştırdığımız o kul… kimilerimiz onu kötü, kaka, cıs ilan ediyoruz. Bilmiyoruz ki o insanlık için rolünü hakkını vere vere oynuyor. Bilmiyoruz ki onun ezmesine, kesmesine, kükremesine, Tanrı’cılık oynamasına müsaade edenler bizleriz

Kurban geldik ama kurban mı gidiyoruz?

Şimdi biri çıksa ve size şöyle söylese:

Kurban değilsin!

Anneni ve babanı sen seçtin.

Doğacağın coğrafi koşulları, şartları sen seçtin.

Doğacağın dini ve kültürü sen seçtin.

Doğacağın zaman dilimini sen seçtin.

Hatta dur dur daha da ileri gideyim, cinsiyetini, hatta ve hatta evlendiğin, sürekli şikayet ettiğin, yaka silktiğin o adamı, o kadını da sen seçtin!!!

Masadan kalkıp gider misiniz? Yoksa Tanrı, Allah, Buddha, Ra, Kozmoz her ne ise inandığınız, yaradanın verdiği lütuf olan ‘Zihin’ denen o yüce varlığı kullanarak biraz sorgular mısınız asırlardır bize direte direte öğretilen, körü körüne inandırılan, hepimizi kurbanlaştıran, değersizleştiren, var oluşumuzu hafife alan inanç kalıplarını.

Hadi atlayalım Karma’ya… Neydi Karma Yasası? Ne ekersen, O’nu biçiyorduk yasaya göre değil mi? Peki bi düşünün. Sadece insanın mı karması var? Peki ya hayvanlar? Ya toplumlar, ya kabileler? Peki ya Ülkeler? Hatta Gezegenler?

Bir Ulus gücünün zirvesinde kendisinden zayıf başka bir ulusu ezmişse, asmışsa, kesmişse, kadınlarına çocuklarına işkence etmişse, yakmış, yıkmışsa, o zaman Ulusça ağır bir karmik yükün altına giriyor mu? Sizce? Bence kesinlikle!

Peki bakalım geçmişimize? Çok değil ? Bir iki yüz yıl geri gidelim. Neler yapmış atalarımız? İmparatorluk olarak ne yapmışız? Peki ya halkı olarak? Evladını doğramış, ‘Padişahım sen çok yaşa!’ demişiz. Boynumuz kıldan inceymiş. Padişahın sözü Allah’ın emrine eşitmiş. Hiç düşünmemişiz, hiç sorgulamamışız, körü körüne inanmış’, ‘Kul, köle’ olmuşuz.

Çocuk doğurmuşuz, çocuğumuzu severken ‘Kurban olurum sana’ diye kodlamışız onu. Ne yapsın yavrum, bilinçaltına gitmiş bir kere, bilinçaltı almış onu emir kipi olarak, sizden ve çevreden uğruna kurban olunmasını beklemiş. Sevgiyi kurban olmakla ilişkilendirmiş. Öğrenmemiş ki çocuk sevgi koşulsuzdur… Hele Yaradan’ın sevgisi…

Peki bir düşünelim…

Sadece Türkiye mi karma ödüyor?

Peki ya Dünya? Diğer uluslar?

2012’de kahinlerin çıkacak dediği kıyamet çıkmış olmasın yoksa?

Paniğe gerek yok! İlk kıyametimiz değil elbet bu.

Bakınız Lemurya, bakınız Atlantis… Bakınız batan, yok olan medeniyetler…

İnsanlık olarak bir sınavdan geçiyoruz, besbelli. Düşünsenize, kendi kendisini yok eden başka bir ırk var mı? Tabi var, unutmayalım’ ‘ Dinazorlar’. Nesilleri tükendi. Kalıntıları İngiltere National History Müzesi’nde.

İnsan ırkı olarak Kurban moduna programlanmış yaşayıp gittiğimiz sürece bizim de kalıntılarımıza yüzlerce yıl sonra High tech bir müzede rastlar mıyız acaba? Kesin dünya liderlerinin kemikleri en kral köşeye konur. İnsanlığa nasıl kıydılar ama diye…

Kıyılmayı kabul edersek elbet…

Bu senaryo değişmeli. Senaristler de biziz, oyuncular da. Kabullenelim artık, ‘kurban’ değiliz.

Ne yapar Kurban? Sözlük ve sözlük dışı anlamına bir bakalım:

Hep başkalarını suçlar. Hiç bir şeyin sorumluluğunu üzerine almaz.

Hep yakınır, hep şikayet eder, hep söylenir, hep ağlar. Ama icraate gelince. Yok. Bugün çok yorgun, enerjilerden herhalde, gidip geliyor merkür, bekleyelim, belki sonra bakarım der…

Durun durun, daha bitmedi…

Kurban olur size. Fedakardır. Vericidir. Hep versin, hep versin ister. Sakın ha vermeyin O’na, layık değildir o çünkü.

Allah bin kere razı olsun’cudur. Bin kere teşekkür eder. El pençe durur karşınızda, siz ne derseniz o dur. Onun seçimleri, tercihleri yoktur.

Mucize bekler. Sihirli değnek değsin ve tüm sorunları, tüm hastalıkları bir anda çözülsün ister.

Başkalarını üstünleştirir, ötekileştirir, Tanrı’laştırır. Mütevazi adamı yönetici olarak seçmez başına. İtip kakıyorsa, aşağılıyorsa, saraylarda yaşıyorsa, küçük görüyorsa, çalıp çırpıyorsa o zaman seçer Padişahını, patronunu, yöneticisini, acıdır ama hatta kocasını…

Kurban konuşmaz. Kendisini ifade etmez. Seçme seçilme hakkını kullanmaz. Özgürlük istemez. Ne yapar sonra o özgürlükle. Ya sapıtırsa.

Kurban dayak yer, küfür yer, hor görülür, atılır, kesilir, aç bırakılır, diri diri gömülür ama yine de sesini çıkarmaz.

Liste uzun. Ama bence ne anlama geldiği gayet açık.

Hangi Tanrı kulları Kurban olsun ister?

Bize Ruh + Zihin + Beden vermiş. Hepsi O’ndan, hepsi O’nun birer parçası.

Bu sınavdan geçmek Kurban modunda mümkün olur mu sizce?

Tarihteki İhtilallere, devrimlere bir bakalım. Fransız İhtilaliyle çağ atlamışız. Yeni bir çağ, yeni bir sayfa açmış bir ırk. Kurban olmayı reddetmiş bir ırk.

İnsan olmanın ne kadar değerli, ne kadar kutsal olduğunu anlama vakti gelmedi mi sizce?

Her birimiz bütünün birer parçasıyız. Bu sınavı bütünden ayrılarak, tek başımıza vermemiz mümkün değil. Bu sınavı insanlık olarak elele vererek aşabilir, o çok sevdiğimiz evlatlarımıza ancak kenetlenerek ışık dolu bir yuva bırakabiliriz.

Hep başkaları bizim için bir şeyler yapsın diye bekliyoruz. Hep başkaları değişsin diye boşu boşuna zaman kaybediyoruz. Ben tek başıma ne yapabiliririm ki diye siniyor, köşemize çekiliyoruz. Bulunduğumuz yerden politikacı, ekonomist, terapist, uzman yorumcu oluveriyoruz. Peki ya icraat?

Var oluşumuzu, varlığımızı ya abartıyoruz ya da azımsıyoruz. Ya daha üstünüz başkalarından, ya da daha eksiğiz. Bir an panter gibi güçlü kesiliyor yakıp yıkıyoruz sözlerimizle. Kendi içimizdeki savaşımız hiç bitmiyor.

Her birimize çok önemli birer görev düşüyor. İstisnasız her birimize. Depresyona girecek, retrodaki merkürü bekleyecek vaktimiz yok.

Hepimizin içinde birer cevher var. O cevhere ulaşıp, o cevheri ortaya çıkarma, onun ışığını tüm evrene yansıtma zamanı.

Kurban değilsiniz!! Çıkın artık kurban kostümünüzden. Bakın ‘kostüm’ reyonuna. Orada ‘yazar’, ‘lider’, ‘adil avukat’, ‘Doğu ve batı tıbbını yaşama sunan doktor’, ‘filazof’, ‘düşünür’ , ‘terapist’, ‘öğretmen’, ‘çağdaş’ , ‘kaşif’, ‘mucit’, ‘kahraman’, ‘cesur hakim’ , ‘cesur savcı’, ‘örnek asker’ , ‘güçlü ve erdemli politikacı’, ‘çatlak ama Zeki mühendis’, ‘barış elçisi’, ‘halkı uyandıran sanatçı’ ve nice ışık ışık kostümler de var. Gidin hemen giyin bir tanesini! Kolları sıvama, ter dökme, inanma, birbirimize güvenme, kendimize güvenme Vaktidir!!!

Uyanma Vaktidir.

Yola çıkma Vaktidir…

Bir Zeytin filizi dikme Vaktidir.

Onu da mı yapamıyorsun?

Yediğin zeytinin çekirdeğini toprağa verme vaktidir…

Filizlendiğini görüp, doğadan cesaret alıp, duayla, ilimle, irfanla, yanındakı Can ile yolda yürüme vaktidir. Düşe kalka da olsa o Yol’u alma vaktidir.

Yolda Işık Sizlerle, Bizlerle, Hepimizle Ol’sun!

Sevgi ve Şükranlarımla

Pınar Gogulan

IMG_1075-0.PNG
Photo by Müge Kaya – with gratitude and love!